Otuzlu Yaşların Sessiz Yorgunluğu: Kendini Mutlu Etmeye Çalışmanın Bedeli

Otuzlu yaşlar…

Eskiden büyümenin özgürlük olduğunu sanırdım; meğer özgürlüğün bedeli varmış: Her şeyi kendin halletme zorunluluğu.


İstanbul’a geldiğimden beri kimse beni bir konsere çağırmadı.

Kimse “hadi tiyatroya gidelim” demedi.

Ben gittim.


Bir sergi gezilecekse kendi bileğimin gücüyle yürüdüm.

Çiçek alacaksam kendime aldım.

Kahve içilecekse, kendi sessizliğime eşlik ederek içtim.


Bu şehirde hep yalnızdım. Ama yalnız kaldım diye durmadım.

Yapmam gerekeni yaptım.


Ve işin tuhafı şu:

Dışarıdan bakınca “kendini mutlu etmeyi bilen güçlü kadın” hikâyesi gibi duruyor.

Gerçekte ise başka bir şey…

Bir tür yorulmuş direnç, uzun bir kendini taşıma maratonu.


Çünkü insan kendini mutlu etmeye çalışırken aslında fark etmeden bir savaş yürütüyor.


Bütçeni toparlaman gerekiyor — toparlıyorsun.

Ruhunu toparlaman gerekiyor — onunla da uğraşıyorsun.

Kimse sana “iyi misin?” demiyor — sen kendine soruyorsun.

Bir şey kırılıyor — kendin topluyorsun.

Kendine destek arıyorsun — kendi sesini buluyorsun.


Yetişkinlik böyle bir şey işte:

Kimsenin omzunda ağlamadan da, kimseyi suçlamadan da, kimsenin seni kurtarmasını beklemeden de ayağa kalkmak.


Ama bu güç verici olduğu kadar yorucu.


İtiraf etmek gerekirse, belki de küçük bir beklentim olsa daha da yıpratıcı olurdu.

Çünkü beklenti dediğin şey, insanı hep yarım bırakan bir borç gibi duruyor.

Hiç kimsenin sana borcu olmadığını kabul etmek, kabullenmek…

Bu aslında özgürlüğün acı tarafı.


Ve bütün bunların içinde şunu fark ettim:


Şifa, bir başkasında değil.

Şifa, bende.

Ama bu, şifanın kolay olduğu anlamına gelmiyor.


Kendi kendini iyileştirmeye çalışmak, belki de insanın verebileceği en zor sınav.

Dünyanın en derin yalnızlıklarından biri bu:

Kimseden medet ummadan, kimseye yaslanmadan, kendi yaralarını kendi ellerinle kapatmaya çalışmak.


Bazen düşünüyorum:

İnsanın tamamlanması neden bu kadar zor?


Belki çünkü insan gerçekten tamamlanmıyor.

Sadece yaralarını daha iyi taşımanın yollarını buluyor.

Düzlüğe çıkmak bile bazen bir mola; bir son değil.


Ama yine de…

Yorgunluğun içinde büyüdüm.

Yalnızlığın içinde güçlendim.

Beklentisizliğin içinde özgürleştim.


Bu yorgunluk benim yenilgim değil.

Bu, hayatta durabilmek için verdiğim sessiz emeğin kanıtı.


Ve belki de bu yüzden, ne kadar yorulsam da içten içe biliyorum:


Kendimi tamamlamasam bile, kendimi taşımayı öğrendim.

Bu da hiç küçümsenecek bir şey değil.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aydınlat, Isıt Ama Işığından Parça Verme: Eksiltme, Büyüt.

Su Seni Kaldırır

Bu gerçekten güçlü bir metafor...