Cehaletin Duvarına Çarpınca
Son zamanlarda şunu çok düşünüyorum: Bazı insanlarla konuşmak niye bu kadar yorucu? Hani daha cümlenin başında anlıyorsun, karşındaki duvar örmüş. Sen ne desen, sesin yankılanıyor; geri dönüyor. Ve o an o kadar tanıdık bir şey hissediyorsun ki… “Buradan bir şey çıkmayacak.” Kalıplaşmış düşünceyle konuşmak, gerçekten tuhaf bir deneyim. Sanki biri yıllardır kendi küçük kutusunda yaşamış ve dışarıdaki dünyayı tehdit sanıyor. Sen yeni bir bakış açısı getiriyorsun, o hemen gardını kaldırıyor. Bir fikri paylaşıyorsun, yüzünde bir küçümseme. Sanki senin anlattığın şey, onun bütün hayatını alt üst edecekmiş gibi korkuyor. Bu noktada ister istemez Platon’un mağarası geliyor aklıma. Hani gölgeleri gerçek sanan insanlar vardı ya… Biri zincirini çözmeyi başarıyor, dışarı çıkıyor, güneşi görüyor. Işık önce gözünü yakıyor. Can acıtıyor. Sonra yavaş yavaş o acının aslında “gerçeklik” olduğunu anlıyor. Ve o dışarı çıkan biri dönüp mağaranın içindeki diğerlerine “gelin” diyor ya… Onlar sadece gülüyor...