“The Bear” Üzerine: Kendini İfade Etmenin İhtişamı

“The Bear” sadece izlediğim bir yapım değil, içimde yankı bulan bir deneyimdi.

Her bölümde karakterlerin iç dünyasıyla, bastırdıkları öfke ve sevgileriyle, hedefle hayal kırıklığı arasındaki o ince çizgide kendimi buldum.

Dizi mutfakta geçiyor ama aslında hepimizin içindeki o kaynamayan çorbayıpişmemiş hayatıtam olamayan taraflarımızı anlatıyor.


Gerçek İfade


İnsanların kendini bu kadar açık, ham ve savunmasız biçimde ifade edebilmesi beni büyülüyor. “The Bear”de her karakter sanki kendi terapisine çıkmış gibi.

Ama terapist yok. Sadece birbirlerine çarparak, birbirlerine temas ederek iyileşiyorlar.

Bunu görmek beni hem ürkütüyor hem de rahatlatıyor. Çünkü hayat da öyle: kimse bize nasıl konuşacağımızı öğretmiyor ama yanlış anlaşıla anlaşıla bir dil kuruyoruz.


Neden Bu Diziye Tutuldum?


Çünkü ben insanın derinliğine inanıyorum.

Yaralarını, korkularını, hatta öfkesini bile anlamaya çalışıyorum. “The Bear” bunu sahici bir dille yapıyor.

Süslü değil. Sadece dürüst.

Ve dürüstlük, bu çağda en nadir bulunan şey.


Belki de…


Belki de bu diziyi, herkesin bağırdığı bir dünyada fısıltıyla anlatıldığı için sevdim.

Belki herkesin güçlü görünmeye çalıştığı bir zamanda, kırılgan olmanın da bir tür güç olduğunu hatırlattığı için.

Ya da belki sadece… ben de o mutfaktayım.

Karmaşanın içinde bir düzen ararken, bir yandan yanarken, bir yandan pişerken.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aydınlat, Isıt Ama Işığından Parça Verme: Eksiltme, Büyüt.

Su Seni Kaldırır

Bu gerçekten güçlü bir metafor...