“Bin Düşün, Bir Söyle“
Bazen kendime sıkı sıkı hatırlatıyorum: burnundan üç nefes al, sonra konuş. Çünkü biliyorum — bir cümle, bir bakış, bir anlık tepki köprü kurar da yıkar da. Dilimiz zarif bir alet; yanlış kullanınca en güzel şeyi paramparça eder.
Ben de çok imla ettim, çok kırdım; kelimelerimin ardında bıraktığı ağırlığı biliyorum. Hemen çıkıveren bir cümle, geri getiremediğin bir taşı taşır gibi; bazen yüzlerde çatlak, bazen kendi içimde sızı bırakır. Konuşmak eylemdir; hesap gerektirir. Niyetini, zamanını, muhatabını hesaba katmadan konuşmak sahte bir cesaret — sonra anlamaya çalışırken kayboluruz.
Susmak öğrendiğim bir dil oldu. Susmak, kendini kapamak değil; duymak için alan açmaktır. Sessizliğe yer vermek, karşındakinin nefesini hissetmek, kendi dürtünü bastırmak bazen daha güçlüdür. Her şeyi cevaplamak zorunda değilsin. Bir suskunluk, on lafın etmediğini gösterebilir. Susmak, sabırla seçilmiş bir sözdür.
Empati yoksa söz kıymetsizleşir. Karşındaki insanın hikâyesini, kırılganlığını, sabahını hesaba katmadan atılan cümleler havaya savrulmuş taş gibidir — hedefi belirsiz, izi derin. Empati eksikliği yalnızca karşı tarafı yıpratmaz; seni de yalnızlaştırır. Çünkü duyulmadığını hisseden insan geri çekilir; topluluklar, ilişkiler, işler bu geri çekilmelerin sonucunda çöker.
Ne yapıyorum peki? Basit ama zor şeyler:
- Konuşmadan önce nefes alıyorum.
- Söylerken “bu iyileştirir mi, yoksa yaralar mı?” diye soruyorum kendime.
- Eğer emin değilsem susmayı seçiyorum.
- Sözümü, ateşin kontrolünde tutmaya çalışıyorum: ışık versin ısıtsın, yakmasın.
Sözün gücü var; onu küçümsemeyelim. Her kelime bir iz bırakır; kimi izler çiçek açtırır, kimi izler diken olur. Kendine karşı merhamet et: ağzından çıkanlara dikkat et çünkü en çok senin omzuna binerler.
Büyük Ev Abluka Grubu’nun o çarpıcı sözü geliyor aklıma: “Ayaklarınız göl olsun, başınız deniz. Sonra vurun kafanızı nereye isterseniz.”

Yorumlar
Yorum Gönder