Kayıtlar

Haziran, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

TESLİMİYET: BIRAKMANIN SESSİZ SANATI

Resim
Bir kuş düşün… Rüzgârın sırtına yaslanmış, kanatlarını çırpmıyor. Ne ileri gitmek için çabalıyor, ne de düşmemek için direniyor. Sadece süzülüyor. Ve o süzülüşte bir karmaşa değil, bir zarafet var. Çünkü bırakmış. Güvenmiş. Teslim olmuş. Teslimiyet, bazen budur. Hayatın fırtınasında debelenmek yerine, rüzgârla beraber akmayı seçmek. Yönsüz değil… Ama yönü dayatmadan, olanın içinde kendine yer açarak… Biz ne yapıyoruz peki? Çırpınıyoruz. Tutunuyoruz. Zihnimizle, elimizle, yüreğimizle. Kontrol etmeye, çözmeye, şekil vermeye çalışıyoruz her şeyi. Oysa dalgaya karşı yüzersen, tükenirsin. Ama onunla birlikte kaymaya cesaret edersen… bir sörf başlar. Teslimiyet, seni yutabilecek bir dalgayla dans etmeyi öğrenmektir. Bazen öyle sımsıkı tutarız ki ipi, elin kanar da fark etmezsin. Tuttuğun şey seni parçalarken, hala “bırakırsam düşerim” sanırsın. Ama belki de düşmek değil… bırakmaktır seni iyileştirecek olan. Aşağıdaki görsel de bunu anlatıyor: Sıkı sıkıya tutulan bir ip… ve yavaş yavaş kanama...

Yavaşlık Bir Lüks Değil, Bir Hatırlama Biçimi

Resim
Hız Çağında Unutulanlar Bugün her şey hızla akıyor: mesajlar, haberler, kararlar, tüketimler, duygular… Zihin, adeta peş peşe gelen bildirimler gibi, bir düşünceden diğerine koşturuyor. Modern yaşamın temposu, hızlandıkça insanın içsel ritmiyle çatışmaya başlıyor. Yavaşlamak çoğu zaman tembellik gibi algılanıyor. Oysa bu, yüzeysel bir yargı. Yavaşlık aslında unutulmuş bir bilgelik biçimi. Bir şeyi sindirmenin, yaşamanın, anlamanın yolu. Yavaşlık: Dinginliğin Daveti Yavaşlık, dış dünyaya ayak uyduramamak değil, iç dünyanın sesine kulak verebilmektir. Tıpkı çayın demlenmesi gibi, bir düşüncenin, bir hissin, bir anın da demlenmeye ihtiyacı vardır. Hızla içilen çayın tadı nasıl eksik kalırsa, hızla yaşanan hayat da eksik kalır. Slav yazar Milan Kundera şöyle der: “Yavaşlığın yok oluşu, hatırlamanın yok oluşudur.” Çünkü yavaşlayan insan hatırlar. Kim olduğunu, neye ihtiyaç duyduğunu, neden bu yolda olduğunu… Hız ise unutturur. Hatırlamak ise kendine geri dönmektir. Tembellik Değil, Farkında...

Aydınlat, Isıt Ama Işığından Parça Verme: Eksiltme, Büyüt.

Resim
Bir mum diğer mumu tutuşturduğunda kendi ışığından hiçbir şey kaybetmez. Bu, her tutuşturmanın bir veriş, bir azalma olduğu anlamına gelmez. Işık, doğru aktığında eksiltmez; büyütür. Hayat yolculuğunda hepimize az ya da çok bir ışık verilmiş gibi hissederiz. Kimimizinki sıcak, kimimizinki keskin, kimimizinki titreşimli. Bu ışık; bilgimiz, sevgimiz, emeğimiz ya da sezgilerimiz olabilir. Ne olursa olsun, içimizde taşıdığımız bu ışıkla dünyayı nasıl aydınlattığımız, nasıl ısıttığımız aslında kim olduğumuzu belirler. Ama burada ince bir çizgi var: Işığımızla başkalarını aydınlatmak başka, ışığımızı parça parça sunmak başka. Biri büyütür, diğeri eksiltir. Bu farkı bilmek; kendini kaybetmeden vermek, tükenmeden paylaşmak, suistimal edilmeden sevmek demektir. Bazılarımız “faydalı olma” telaşıyla sürekli kendinden verir; zamanından, enerjisinden, inancından, hatta ışığından. Geriye dönüp baktığında, bir mumun yavaş yavaş eriyip yok oluşuna tanık olur gibi olur. Oysa mesele, başkalarının yolunu...