Sıradan Olana Uyanmak: Perfect Days ve Basit Yaşamak Üzerine

Bazı filmler izleyicisini sarsarak aydınlatır, bazıları ise usulca, bir yaprak gibi insanın omzuna konar ve orada kalır. Wim Wenders’in Perfect Days filmi, işte böyle bir film. Tokyo’nun kuytu köşelerindeki umumi tuvaletleri temizleyen Hirayama’nın sessiz yaşamına konuk oluruz ve onun gündelik ritüellerinde, sıradan olana uyanmanın ne anlama geldiğini keşfederiz.


Hirayama, sabah erkenden uyanır, yatağını toplar, bitkilerini sular, aynı sokaklardan geçerek işine gider. Tuvaletleri özenle temizler, mola verdiğinde bir ağaç gölgesine oturur, eski usul bir fotoğraf makinesiyle gökyüzüne bakar. Her gün aynı gibi görünse de, her gün yenidir. Küçük bir melodinin, güneş ışığının farklı açılarının, insanların yüzlerindeki değişimin farkına varır. Ve işte burada, basit yaşamanın en derin anlamına dokunuruz: Hayatı olduğu gibi, süslenmeden, değiştirmeden, olduğu haliyle kabul etmek.


Modern hayat bizi hızla akmaya, hep daha fazlasını istemeye, sürekli yeni hedefler koymaya şartlandırıyor. Oysa bir çay demlemek, bir kitabın sayfalarını çevirmek, bir dostla sessizce oturmak da varoluşun en saf anları olabilir. Basit yaşamak, yavaşlamak ve dikkat kesilmektir. Gökyüzüne bakıp bulutların hareketini izlemektir. Güneşin tenimizi ısıtmasını hissetmektir. Yolda yürürken yüzümüze çarpan rüzgârın farkına varmaktır.


Hirayama’nın hayatında büyük olaylar yoktur ama huzur vardır. Çabasız bir mutluluk, kendiliğinden gelişen bir tamamlanmışlık hissi. Belki de mutluluk, büyük zaferlerin ya da pahalı hayatların değil, en sıradan ve en küçük anların içinde saklıdır. Aydınlanma, işte bu sıradan olana uyanmaktır.


Perfect Days’in bize hatırlattığı gibi, belki de en güzel günler, içimizi dinginlikle dolduran, hiçbir şey yapmadığımız ama her şeyin farkında olduğumuz günlerdir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aydınlat, Isıt Ama Işığından Parça Verme: Eksiltme, Büyüt.

Su Seni Kaldırır

Bu gerçekten güçlü bir metafor...